100 yaşına ulaşan Türkiye Cumhuriyeti, her zamankinden daha çok saldırı ve yıkım tehditi altında… Yazık ki bu saldırı ve yıkım tehditi, bir şekilde iktidarı çeyrek yüzyıldır elinde tutan güçlerden geliyor. Coşku ve övünç içinde kutlamamız gereken 100. yılımızı, saldırı ve yıkımlara karşı koruma mücadelesiyle karşılıyoruz…
Cumhuriyet çağdaşlaşmadır; ülkenin, ekonomisi, iç ve dış siyaseti, adaleti, eğitimi, kurumları ve bilime bakışıyla bir bütün olarak çağı yakalama çabasının adıdır. İsmail Hakkı Tonguç’un ifadesiyle; …“Kurtuluş Savaşı’nda kanlarını verenlerin hakları ödenecekti. Yeteneklilere, çalışanlara hakları verilecekti. İmparatorluk döneminde olduğu gibi ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar bulunmayacaktı. Cumhuriyet bu demekti. Devrim, en uygun koşulları bularak yeni insan tipleri yaratmak zorundaydı…”
Cumhuriyet gökten zembille inmedi; emperyalist işgalcileri topraklarımızdan atan ulusal kurtuluş güçlerimiz tarafından kuruldu… Cumhuriyet ile birlikte, egemenliğin kaynağı gökten yere indirilerek kayıtsız şartsız ulusa verildi… Bununla birlikte toplumun çağdaşlaşması sürecinde niteliksel bir dönüşüm gerçekleştirildi. Cumhuriyet çağdaşlaşması bu temel üzerinde yükseldi.
Türkiye Cumhuriyeti karşıtları, 100 yıldır kendisini bir şekilde koşullara uydurarak, gizleyerek varlığını sürdürdü ve sonunda iktidara gelmeyi başardı. Cumhuriyet kurumlarının içini boşalttı, gerici bir dönüşüme uğrattı… Bu yıkım ve dönüştürme olayında eğitim ilk sırada yerini aldı.
İktidar Gazze çatışmalarının gölgesine sığınarak, 100. yıl kutlamalarından kaçmaya çalışırken, dönüştürülen Cumhuriyet kurumlarının tepesine yerleşenler, yurttaşların kutlama girişimlerini engellemek için konumlanmıştır…
Gerici güçler artık içini boşalttıkları kurumların arkasına sığınarak Cumhuriyeti de dönüştürme aşamasına geldiklerini açıkça ifade etmeye başladı. Şeriat özlemi, şeriat düzenini getirme girişimlerine dönüşmüş bulunuyor…
Cumhuriyetimizi korumak ve ileri götürmek mücadelesinde elbette, cesur, umutlu ve kararlı olmak zorundayız. Ancak ilerici demokrat güçlerin bu dağınıklığında, gerici güçlerle mücadeleden çok kendi aralarında çekişmeyi sürdürdüğü ortamda, marş söyleyip bayrak asarak Cumhuriyetimizi koruyacağını sananlar büyük bir yanılgı ve gaflet içerisindedir.
Cumhuriyet ancak onu gerçekten yaşatmak isteyen anlayış ve kurumlarla yaşatılabilir ve korunabilir. Farklı politik ve düşünsel tutumlarına karşın egemenliğin tanrıya değil, kayıtsız şartsız ulusa ait olmasını savunan tüm güçler, Cumhuriyeti korumak ve yaşatmak için bir araya gelmedikçe, içinde bulunduğumuz çözümsüzlük ve umutsuzluktan kurtulamayacağız…
Cumhuriyetin yeminli düşmanları daha ilk günden saldırıya geçmiştir. Bu saldırılarını bazen açık, bazen gizli ve sinsice halkın önyargılarını kışkırtmaya dayalı yürütmüş, ilk olarak da Köy Enstitülerini ve Halkevlerini hedef almıştır. Bunun başlıca nedeni; Cumhuriyeti koruyacak ve kollayacak yeni insan tipinin bu kurumlarda yetiştirilmesidir…
Biz Cumhuriyetimizi sokakta bulmadık… Cumhuriyetin en ilerici, devrimci projesi olan Köy Enstitüsü felsefesine inanan bizler, onu korumak, yaşatmak ve ilerletmek için var gücümüzle çalışıyoruz. Köy Enstitülü öğretmen ve köy sağlık memuru büyüklerden devraldığımız bayrağımızı ve aydınlanma ışığını yeni kuşaklara bugünde, yarında aktarmakta kararlıyız…