Fatih Sultan Mehmet döneminin önemli düşünce adamlarından olan Tursun Bey “Tedbir-ül menzil” diye isimlendirmiş siyaseti. Her insanı kendi kabiliyetine göre kendi mevkiinde hakkına razı bir şekilde tutmak ve başkalarının hakkına tecavüzü önlemek için bir takım tedbirler alınması gerektiğini söylemiş. İşte alınan bu tedbirler siyaset olarak tanımlanmış ve dayanağına göre ikiye ayrılmıştır. Ana karakterini ahlaktan alan bu tedbirler eğer hikmet esasına dayanıyorsa ‘Siyaset-i İlahi’, akla dayanıyorsa ‘Siyaset-i Sultani’ veya ‘Örfi siyaset‘ olarak adlandırılır. Peki nasıl oluyor da ana karakterini ahlaktan alan siyaset halkta tiksinti uyandıracak bir kavram haline geliyor bu yazımda biraz bunun üzerinde duracağım.
İnsanlar için başarı ve başarısızlık, bu durumlardan aldıkları geri bildirimlere göre anlam kazanır. Aldığı olumsuz sonuçtan dersler çıkaran birisi için başarısızlık hali sadece başarıya giden yolda yaşanan bir tecrübeden başka bir şey değildir. Kimi için sonuç itibariyle başarı olarak kabul edilen bir durum bir başkası için büyük kayıptır. Ana karakterini ahlaktan aldığını yukarıda ifade ettiğimiz siyasette başarı ve başarısızlık halleri içinde durum daha farklı değildir.
Güç ve iktidar sahibi olma arzusu insan nefsinin bir parçasıdır. Allah’ın insana yaradılıştan kattığı bu duygular kontrol altına alınmadığı takdirde felaket sonuçlar doğurabilmektedir. Hemen yanı başımızda sınır komşusu olduğumuz ülkelerde yaşanan hadiseleri gözümüzün önüne getirirsek konunun daha net anlaşılacağı kanaatindeyim. İktidarı veraseten veya güç kullanarak ve hatta meşru yollardan ele geçirenlerin onu kaybetmemek uğruna binlerce, milyonlarca insanı nasıl ölüme götürdüklerini ibretle müşahede ediyoruz. Gerek bir mevki veya makam kapabilme yolunda gerekse hasbelkader kapılan makamların muhafazası için yapılan işler siyasetin gereği gibi aksettirilmekte bütün suç siyasete yüklenmektedir. Dolayısıyla halk oluşan iğrenç manzara karşısında siyaset kurumuna uzaktan tiksinti ile bakmakta siyasetçileri de güvenilmez kişiler olarak görmektedirler. Oysa daha önceki yazımda da bahsettiğim bu ‘Zübük’ler ve bunların bütün yaptığı ettiği her şey tamamen kendi şahsiyetlerinin mahsulüdür. Düne kadar küfür ettiğin biri ile bugün kol kola gelmeyi siyaset mi emretti sana? Veya yol arkadaşlarını şahsi ikbalin uğruna satman siyasetin bir gereği mi? Bütün bunlar aşağılık karakterlerin tiksinti uyandıran uygulamalarından başka bir şey değildir.
Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kimse “Hedefe giden yolda her şey mübahtır.” anlayışını kabul edemez. Makyavelizm’i hayat felsefesi haline getirmiş bir kimse Müslüman insan tipinde olması gereken hasletlere aykırı hareket ediyor demektir. Allah bütün insanlığı inancı menfaatine göre değişen bu aşağılık insanlardan korusun.
Komşu ülkelerden örnek vermene gerek yok . Türkiye mizde çok örnekleri var; sevgili kardeşim.